Sunday, April 23, 2006
“a young girl is growing up” 2003, photograph, 175x140 cm
This young girl growing up has to act out this ritual everyday for her hair to be straight and tidy. Her mother irons her glossy black hair. She kneels down in the centre of a baroque space, her face expressionless with the internalized images within her. The more she remembers her wavy hair, the less she feels she exists. Change has for has become a kind of magic. She reads the striking image of her “straight hair” as a philosophical text. Which myth is it that she follows through the authority the iron has on her hair!...
From the theatrical feast of change to the representative poetry of the straight hair, from the paranoia of affectation to the practical critique of a formed rather than natural beauty, hereafter the figure has completed the theoretical framework of its own spectacle.
"I am Like This 7 Days of Week"
"I am Like This Seven Days of Week"
2004, video still, duration: 1.20 min.
"Ferhat Özgür says "I am Like This 7 Days of Week". During seven days (regularly), he decides on one of the cars waiting in the red light and attacts. All he has to do is to jump on the victim - I mean the car, the sets foot on it, crosses over, continues his path in search of the some meaning. This message of continuity is reminiscent of the mechanisms in the contemporary art system, the network of relations. Despite exciting events along the way, there is always someone who does not cheer up. This man who risks his health, mind and soul with no purpose, making irony of the spectator with a shocking vision, shows again this eternal unresolution Özgür - felicitously - does not articulate this act (and reason) with a reaction - rebel (the opposite side of theme of Hunera Berxwedani's works, Serhildan / Rebellion) canceptualization. He invites you to great contemplation where art stirs storms on funny (dark humour) simple and almost ordinary subjcets. I pick up the words "circus" and "acrobat". (By Şener Özmen, "They Must Have Gone Mad", Free Kick Exhibition Catalogue Text (opened in the Hospitality Area of 9th İstanbul Biennial) , Art-İst Publications, İstanbul, 2002)
"Ferhat Özgür, "Haftanın 7 Günü Böyleyim" diyor. Yedi gün boyunca (muntazaman), kırmızı ışıkta bekleyen arabalardan birini gözüne kestirerek, harekete geçiyor. Tüm yapması gereken, kurban-arabanın üstüne zıplayarak, basarak, karşıya geçmek, bir anlamda yoluna devam etmek. Bu devam iletisi, çağdaş sanattaki düzeneklere, ilişkiler yumağına. Yol boyunca heyecan verici moral dengeleyici gelişmeler yaşanıyor alsa bile, bunları iplemeyen birileri hep oluyor. Bedeni akıl ve ruh sağlığını amaçsız bir şekilde tehlikeye atan bu adam, sanatın hayatı değiştirme, izleyiciyi şoke etme vizyonunu hicvederek, kadim çözümsüzlüğünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Özgür, çok haklı olarak bu eylemi (ve mantığını) tepki - isyan (Hunera Berxwedani'nin "Serhildan / Başkaldırı çalışmasındaki tematik yönün tam aksi istikamette) kavramlarıyla telaffuz etmiyor. Sanatın gülünç, (traji-komik), basit ve neredeyse sıradan mevzular üzerinden fırtınalar kopardığı o müthiş temaşaya davet ediyor. "Sirk" ve "Canbaz" sözcüklerini ayıklıyorum. (Şener Özmen "Çıldırmış Olmalılar", 9.İstanbul Bienali Misafirperverlik Alanı'nda düzenlenen "Serbest Vuruş" sergi katalogu metni, Art-İst Yayınları, İstanbul, 2005)
"sır:zaman: türkiye ve kore'den güncel sanat sergisi üzerine
ferhat özgür(*)
Bir kentte yaşıyor olmak öyle bir duygudur ki, orası neresi olursa olsun, ona yöneltilen her önyargıdan, her saldırıdan, her ihmalkarlıktan, haksız her değerlendirmeden, kendi adınıza bir sorun olmasa bile, kaçınılmaz bir alınganlık hissedersiniz. Kentin ruhu şöyle böyle içinizdedir. Hele ki o kent başkent olmasına rağmen, Necla Rüzgar’ın dediği gibi o kent “bu kadar merkezken bu kadar periferiyse” ve orada güncel sanat tam boy vermemişse, size çok iş düşer elbet. Ama gün gelir bir rüya gerçekleşir. Kurumlarını yitirmekte olan, yitirmiş gibi görünen coğrafyalarda gün gelir yeni bir güncel sanat patlaması olur. Ticari galerilerin tüm sezona yaydığı iyi niyet sergileri ve kendilerini bir deneyim alanı olarak farzetmeyen, tecimselliğe kurban gitmiş seyirlik sanat etkinlikleri içinde, alternatif mekanlar ve önerilerle ayakta durmaya çalışmak, kurumları alışılmamış tonda konuşan güncel sanat sergilerini desteklemeye ve seyretmeye ikna etmek, yeni bir işgal alanı oluşturmak, kurak coğrafyanın geleneğini kırıp sonraki kuşaklara güncel sanat virüsünü bulaştırmayı hani deyim yerindeyse misyon gibi bellemek ve belletmek, bir rüya değil ne nedir ki? Ama direnç sonuç verebilir. Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü ve Çankaya Belediyesi bu sergide bir güncel sanatsever kurum olarak bütünüyle yanımızdalar artık. Artık virüsü onlara da bulaştırdık. 180 sayfalık tamamı renkli, Türkçe ve İngilizce bir katalogla belleğe mal olacak bu sergi videodan, fotoğrafa, resimden heykele ve enstelasyona kadar tuhaf ve zorlayıcı atmosferiyle 31 Ekim’e kadar emrinizde. Hani neredeyse bir adım sonrası bienal diyeceğimiz “sır-zaman: türkiye ve kore’den sanat” sergisi, bizden duymuş olmayın, açılışa katılan izleyicilerin ağzında dolaşan tek bir değerlendirmeyle anılacak: burada da sanki bir bienal var!.. Rüyanın gerçekleşmesine böyle bakıyoruz.
Aslında ilk kez 2002 yılında Kore’de düzenlenen Dünya Kupası vesilesiyle iki ulusla sınırlı bir dostluk sergisi gerçekleştirme fikrinden hareket edildiğinden bu yana, bu ikili dostluk sergilerinin giderek farklı bir boyuta taşınacağı aşikardı. Bu yılki dördüncüsü önceki ilk üç sergiden radikal anlamda çok farklı ve alışılmış akademik bir cemaatçilikten sıyrılıp Ankara coğrafyasına Ankaralı sanatçılar bağlamının dışında bir buluşma noktası olarak vurgu yapmayı hedefliyor. Zaten bu sınıra vurgu yapmanın yolu, yapıtlarını Ankara’da göstermemiş-gösterememiş tüm Türkiyeli sanatçıları buralarda sergilemeye davet etmekti. Ve birbirinden habersiz sanatçılar sanki ne tür bir zeminde buluşacaklarını tahmin etmişlercesine sergi çağrılarına yürekten destek verdiler. Bu serginin gücü öncekilerden farklı bir boyuta ulaşmış durumdaysa, bunda canla başla çalışan organizasyon komitesi üyeleri Hüsnü Dokak, Necla Rüzgar, Lütfi Özden ve Mehmet Örs’ün etkinliği sonuna kadar sahiplenmelerinin, sadece kendi işlerini değil tüm sergilenen işleri de yerleştiren Ankara’da ikame eden genç sanatçıların yardımları ve her türlü soruna vatani bir görev gibi sarılan otuz kişilik öğrenci ekibinin terlemelerinin payı oldu. Tamı tamına bir buçuk gün, evet yalnızca o kadar bir zamanda seksen beş kişilik bir sanatçı kervanının işleri dev bir mekana yerleştirildi. Demek oluyormuş işte. İlk iki gün içinde videolardan mekana yayılan seslere salon görevlilerinden güzel tepkiler geldi: “bu zırıltıları daha ne kadar dinleyeceğiz?” Zayıflamak için çırılçıplak sürekli ip atlayan obez bir erkeği gösteren Yang, Seung Soo’nun videosu için de, “ramazan ayında, ayıptır günahtır, bunu kaldırın” ricalarıyla adını vermeyeceğimiz üst düzeyden olmayan bazı sorumlular da zamanla güncel sanata alışacak. Ama aslında biz Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde belediye başkanının desteğiyle pek çok şeyi hiçe saydık, pek çok kuralı çiğnedik, çünkü niyetimiz güncel sanat virüsünü her noktaya enjekte etmekti, o yüzden maya değil de virüs tuttu. Söz konusu videosunun tam karşısında bu sefer obez bir kadın çırılçıplak ip atlıyor ama sırtı bize dönük ve fonda neşeli Kore marşları ve şarkıları eşlik ediyor, belki daha zararsız. Şimdilik ona eğlenceyle bakılıyor. Çivi çakılmaz denen duvarlarda çiviler var, yazı yazılmaz denen duvarlarda Forum-Bellek’in saldırgan, acaiplik dolu yazışmaları dolanıyor.
Sorumlular üstlendikleri sergilere genellikle toz kondurmamaya çalışırlar. Bitirirken ben öyle yapmayacağım. Koreli küratör dostumuz Chung Yong-İl’le konuşmamızda da anlaştığımız üzere evet bir model-doku uyuşmazlığının hissedildiği noktalar da oldu sergide. Açıkçası, kendi adıma serginin kambur yürüdüğü, aksadığı, şöyle böyle tökezlediği, kekemeleştiği alanlar var demeliyim. Ama bunlar serginin gücünden bir şey götürmüyorlar. Çünkü Türkiye ve Kore aralarında anlaşıp tek tek sanatçılara ortak karar vermedi. Her iki ülke de tek başına kendi modelini kurdu. Haliyle çakışma noktasına geldiğinde bazı fazlalıklar göze çarptı, törpülendiğinde giderilebilecek çıkıntılar yani. Şimdi bir sonraki adım, 2006’da bu uyuşmazlıkları en aza indirmek. Bu sefer Gwanju Bienali’ne denk geleceğinden, “İncheon’da da bir bienal var” dedirtmek. Çünkü Ankara’da bir bienal var resmen.
Bekleriz.
(*) sergi sorumlusu, sanatçı-yazar, ankara’da yaşıyor ve çalışıyor.
Sergiye katılan sanatçılar
Meyoung-Hae Ahn
Gülçin Aksoy
Turan Aksoy
Mustafa Salim Aktuğ
Ceyda Alparslan
Nancy Atakan
Nazan Azeri
Hakan Selçuk Bacak
Ramazan Bayrakoğlu
Canan Beykal
Figen Cebe
Byeong-Kuk Choi
Hyo-Won Choi
Jung-Sook Choi
Won-Bok Choi
Yong-Il Chung
İbrahim Çiftçioğlu
Serkan Demir
Osman Dinç
Yıldız Doyran
Mürteza Fidan
Forum Bellek
Melih Görgün
Genco Gülan
Hakan Gürsoytrak
Kwan-Sik Ha
Jun-Hee Han
Youn-Ki Han
Eun-Kyoung Hong
Yun-Pyo Hong
Gül Ilgaz
Jin Jang
Myoung-Kyu Jang
Jin-Young Jung
Sun-Ku Kang
Devabil Kara
Nurdan Karasu
Mehmet Kavukçu
Byeong-Chan Kim
Hong-Hee Kim
Jin-Hee Kim
Jin-Ran Kim
Ki-Ryong Kim
Young-Ae Kim
Burhan Kum
Kyung-Ae Kwon
Soon-Hak Kwon
Ho-Myung Lee
Hye-Ryun Lee
Jeong-Seon Lee
Jong-Gu Lee
Jung-Bak Lee
Kang-Hwa Lee
Kun-Sik Lee
So-Young Lee
Tal Lee
Suzy-Hug Levy
Hee-Kyung Lim
Lim, Lip
Nihal Martlı
Zafer Mintaş
Murat Morova
Won-Bae Oh
Mustafa Okan
Hakan Onur
Ahmet Öğüt
İrfan Önürmen
Mehmet Örs
Lütfi Özden
Chi-Sung Park
Dong-Jin Park
Jung-Sun Park
Seung-Cheon Park
Yeen-Woo Park
Jae-Hyung Park-Hwang
Necla Rüzgar
Esra Sağlık
Zekiye Sarıkartal
Kyung-Ae Seo
Chan-Sik Shin
Canan Şenol
Hale Tenger
Tuba Güler-Hatice Coşkun
Kyu-Myung Uhm
Seung-Soo Yang