Monday, September 02, 2019

Art-O-Rama Marseille-FRANCE30 August-1 September 2019



Dear Friends, happy to be part of respectful film programme this year in Art-O-Rama Marseille-FRANCE between 30 August-1 September 2019 with the Pill. Artists: Maider Fortune, Harun Farocki, Rokni Haerizadeh, Erkan Özgen, Jean Christophe, Marie Voignier, Ramin Haerizadeh, Hesam Rahmanian, Ferhat Özgür, Salomé Lamas, Dania Reymond, Maya Schweizer, Shirley Bruno.

Ferhat Özgür’den TOUATI’ye: “Türk sanat ortamını tanımıyor”

Ferhat Özgür’den TOUATI’ye: “Türk sanat ortamını tanımıyor”

Bu yıldan itibaren Contemporary İstanbul’un sanat yönetmenliğine üç yıllık atanan Fransız küratör Anissa Touati’nin kısa bir süre önce Gülben Çapan ile yaptığı söyleşiyi birkaç kez okuyunca tepkiden ziyade genelde maruz kaldığımız Batılı tepeden bakış ve konuşma tarzı ile söylediklerinin içeriklerine yönelik, hiç değilse sanatçı olarak görüş bildirmek kaçınılmaz hale geldi. Nihayetinde yargılarında sanatçıları doğrudan hedef alan bir yüklenme hali egemen. Söyleşiyi yapanın da bizim iç dinamiklerimizi bilen birisi olarak, Touati’nin kimi görüşlerine karşı durması ya da başka sorularla onun yanlış yorumlarını yönlendirmesi-düzeltmesi beklenebilirdi ama görünen o ki, şeytanın avukatlığını yapmak ya da bu üstten konuşma biçimine çanak tutmak yeğlenmiş.

Touati’nin demeçlerine tepki olarak Gülseli İnal Ek Dergi’de “Alice Contemporary İstanbul’da” başlıklı bir yazı yayınladı. Ancak İnal Touati’ye bir ayar çekmeye çalışırken maalesef yazısında çağdaş sanata yönelik alışıldık bir nefret söylemine teslim olmuş. Bu başka bir tartışma konusu. Şimdilik bizi asıl ilgilendiren konu, Anissa Touati’nin söyleşisinin üst başlığı ile söyleşinin geneline yayılan “öğreten insan” hali. Önümüzde bir an işaret parmağını gözümüzün içine sokarcasına bize “şşşştttt, sözümü dinleyin yoksa….” diyen bir figür belirdi. Touati’nin söyleşisinin başlığı kasten medyatik ve polemik yaratmak için seçilmiş bir trol cümle olarak istenen karşı hareketi yaratabilir tabii ki. Haliyle bu medyatik polemik hem fuarın hem de onun reklam bağlamında işine yarayacak ama bu tavrın uzun vadede İstanbul Contemporary İstanbul’u bekleyen bir güvenirlik sorununa da yol açacağı kesin.

Anissa Touati bize neyi EMREDİYOR? Dırdırı, kıskançlığı ve dedikoduyu kesin çalışmanıza bakın! ‘Yes Madam’ diyerek bundan böyle öyle yapacağımızı peşinen belirtelim amma ve lakin kendisine, Pascal Gielen’in, dırdır ve dedikodu olgularının küresel çağdaş sanat arenası bağlamında enli boylu teorize edildiği “Sanatsal Çokluğun Mırıltısı” adlı kitabını okumadıysa da başucu rehberi edinmesini önerelim. Söylediklerine bakılırsa okumadığı belli. Zira çağdaş sanat ortamında onun dırdır, çekememezlik, dedikodu vs olarak nitelendirdiği tüm o alt söylem biçimleri Gielen’in kitabında sosyo-ekonomik temeller üzerinden okunur. Bunlar Batı’nın en güncel tartışmalarında bile hayatta kalmanın bir gerekliliği olarak karşımıza çıkar. Örneğin Artnet News internet dergisinin her hafta yayınladığı “En İyiler ve en Kötüler” başlığıyla gönderdiği “dedikodu” haber linklerini bile düzenli okumak yeter. Buralarda yayınlanan spekülasyonları dırdır ve dedikodudan ayarın parametreler neler olabilir, kendisine sormak isteriz.

Örnek dırdırlar ya da ağız dalaşı

Bu dırdır-dedikodu olgularını fazla canınızı sıkmadan bir içerden bir de dışardan iki örnekle inceleyelim: Mesela Türk sanat ortamı neyin dırdırını ya da dedikodusunu yapıyor? İki örnek, biri sanat eleştirmenleri diğeri ise sanatçılar nezdinden olsun, hem de Touati’nin yüklendiği gündelik hayatın jargonu cinsinden: Türkiye’de bir eleştirmen şöyle dırdırlansın: İstanbul Modern’deki o sergi ne berbat bir sergiydi, müzenin derhal politikasını sorgulaması lazım!” Bir sanatçı da bir başka sanatçının dedikodusunu şöyle yapsın: Ferhat’ın sergisine girince midem bulandı, o neydi öyle!” Şimdi bu gündelik bel altı jargonu bir üst söylem biçimi olarak Batılı başka bir entelektüel söylemle kıyaslayalım: “Müzeleri, kitaplıkları ve her türlü akademiyi yıkmak ve ahlakçılığa, feminizme ve belli çıkarlar ve amaçlardan kaynaklanan korkaklığa karşı savaş açmak istiyoruz.

Her iki örnek de özünde dırdır ve dedikodu zemininden hareketle bir şeye saldırıyor, bir şeyi alaşağı etmeye, onu eleştirmeye ya da çözümlemeye-dönüştürmeye girişiyor. Sadece kullanılan diller bağlamında ikinci örnek “entelektüelize” bir derinlik içeriyor. Bundan sakın ola ki Türkiye’deki eleştirel söylemlerin ucuz ve içerik yoksunu olduğu sonucu çıkmasın. Bizden örneği kitsch’leştirmemin nedeni, Touati’nin buradaki tartışma biçimlerini böyle görüyor olması, yani bizler ona göre ağız dalaşından başka bir halt işlemiyoruz. Aslen iki söylemin de birleştiği tek bir nokta var ki bu da Gielen’in salık verilen kitabının odak noktası: Bir şeyin sanat olup olmadığına karar vermenin yorumlamaya veya Virno’nun dil ustalığı veya performans dediği şeye kalmış olmasıdır. Buna ilaveten Arthur Danto da eser ile algılanışı arasındaki boşluğun önemli hale geldiğini savunur. Bu boşluğu da sanat nesnesini geri plana iten kuram doldurur, der. Yani bir şey üretilir ve onun üstünde Touati’nin yüklendiği ve deyim yerindeyse aşağılayıcı bir tınısı olan dırdır ve dedikodu gelir.

Yer edinmek ve o yere damgasını vurmak

Bu iki sözcüğün tınısının etimolojik çağrışımları ve tınıları üzerine yoğunlaşmamız da ayrı bir konu. Ancak Touati şu gerçeği gözden kaçırıyor: Jullian Stallabrass’ın Howard Singerman’dan alıntıladığı biçimiyle söylersek, sanatla uğraşan kişinin ve ürettiği eserin görevi bir yer edinmek ve bu yere damgasını vurmaktır. Sanatçılar sanat dünyasında kendilerine özgü bir yer edinebilmek için yarışırlar. Touati’nin bizlere kesin sesinizi derken kastettiği ortam tam da budur: Dırdır, dedikodu ve kıskançlık. Kendisi zannediyor ki, sanat sakin ve kımıltısız bir limana demir atmış bir gemide olup biten kendi halinde bir şey. Bizlere ortak projelere girişin derken de 1990’lardan bu yana hızla serpilip büyümüş sanatçı insiyatiflerini, bunların büyük kentlerden çeperlere yayılan bugünkü dinamizmini, çağdaş sanat ortamını destekleyen kişi ve kurumların bağımsız sanat oluşumlarına yönelik desteklerini hepten atlamış.

Açıklamasına göre İstanbul’daki galeriler ve sanatçı atölyeleri ziyaret edilmiş, her ziyarette dünyanın önde gelen sanat-kültür kişilerini Türkiye’yi daha yakından tanımak için Touati’ye eşlik etmiş. Tüm bunlar güzel ve gözlemlerine-eleştirilerine bazı noktalarda katılırız, ancak kendisini burada olduğu sürede daha hiç görmemiş koleksiyoncuları, galericileri, küratörleri, sanatçıları, bağımsızlığı tercih etmiş olanları ya da hiç atölyesi olmayan veya atölyeyi hayatın kendisi olarak kabul etmiş sanatçıları düşününce bu ziyaretlerinin Türk sanat ortamını tanımakta henüz yeterli olgunluğa ulaşmadığı sonucu çıkıyor. En azından bu tepeden bakan azarlama cüreti bağlamında. Mesela Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) ile bir teması olmuş mudur, bunları da açıklamasını bekleriz.


                                                             Ferhat Özgür

Fuarın sıradan izleyiciye ihtiyacı yok (mu?)

Touati’nin fuara gelen ‘sıradan izleyicilere’ yaklaşımı da son derece nezaket ölçütünün dışında görünüyor. Fuara giriş ücretinin kat be kat artırımının gerekçesi olarak da sıradan izleyiciyi yapıtların önünde fotoğraf çekmeye gelen boş beyinliler olarak genelliyor. Eğitim alacaklarsa da onlara “müzeye gidin” diyor. Belli ki ona göre, müze yapıtların önünde fotoğraf çektirenler için daha rahat bir oyun alanı. 2019’un Art Basel’nin VIP açılışında fotoğraf çektirenlerin en üst noktada Avrupa burjuvazisi olduğunu hatırlayınca kendisinin Türkiyeli izler kitleye karşı bu yüklenişine ne diyeceğiz? Çağdaş sanatın pozcular ordusunun coğrafyası yoktur aslında. “En özel jet sosyete ile bir jet proletarya arasındaki diyalektikte tanımlanan toplumsal bir yapı haline gelmiş olan çağdaş sanatın” belki de en önemli belirteçlerinden biri olan sanat fuarları bağlamında kendisini eleştirme hakkımız doğuyor.

Anissa Touati’nin tüm bu çıkışları sonunda, sanat ortamının tüm aktörleri olarak söz veriyoruz, dırdır ve dedikoduyu kesip çalışmaya ve iş birliğine odaklanacağız ama CI yönetmeni de bize çalışacağına dair söz versin: Gelecek sene Thaddaeus Ropac, White Cube, Dawid Zwirner, Larry Gagosian, Hauser and Wirth, Luhring Augustine, Marian Goodman gibi galerileri de fuara getirsin. Sonrasının dedikodusunu o zaman yaparız.

"Winter Is Coming", Merdiven Art Space 05.09.2019 - 05.10.2019


Please scroll down for English

Merdiven Art Space imzalı bir pop-up projesi olarak kurgulanan “Winter is Coming”, giderek güçleşen mekân temin ve kullanım zorluklarına alternatif bir bakışla metruk bir binanın dönüştürülmesi sonucu hayata geçirildi. Kentsel dönüşümün sıradaki adayı olarak yıkılacağı günü bekleyen, Meclisi Mebusan Cad. No: 25’te yer alan #mebusan25; yakın geçmişin mimari ve bürokratik tüm izlerini bünyesinde barındıran post-modernist kimliğiyle sanatçıları kucaklıyor.

Popüler kültürün en ikonik mottolarından birine dönüşen “Winter is Coming” göndermesinin, son olarak siyasi bir figürün dilinde farklı bir bağlama oturuşundan ilham alan sanatçılar; iktidar, çöküş, kontrol bağımlılığı ve kaybı gibi kavramları irdeliyor. Mekânın terkedilmiş ve yıkık dökük atmosferiyle desteklenen güç sembolleri eksenli yapıtlar, eskiden yeniye uzanan bir ulusal bellek envanteri sunuyor. Her biri kendi üslubuyla; tersine dönen, aksayan, devrilen, kırılıp dökülen ya da tepetaklak olan fenomenleri işlerinin öznesi yapan sanatçılar, toplumsal ve bireysel beklentilerin paralelliklerini ve ayrışmalarını tartışmaya açıyor.

#mebusan25: Meclis-i Mebusan Cad. No: 25 Fındıklı, Beyoğlu





“Winter is Coming,” a pop-up exhibition project conceived by Merdiven Art Space, is realized in a derelict building transformed with a perspective alternative to the spaces which are hard to rent and use. Located in Meclisi Mebusan Street, No 25, #mebusan25 which is to be demolished in the context of urban transformation, embraces the artists with its post-modernist identity carrying the traces of near past in all senses from architecture to bureaucracy.

The artists inspired by the fact that how the quote “Winter is Coming”, which has become one of the most iconic mottos of popular culture, has gained a different context when used by a politician, deal with the concepts such as authority, decadence, control addiction and loss of control. The works focusing on the symbols of power, buoyed by the abandoned and tumble-down atmosphere of the space, offer an inventory of national memory from past to today. Each artist, who makes the reversing, failing, toppling, smashed and upside-down phenomenons the subject of their works in their unique styles discuss the parallels and contradictions between social and individual expectations.

#mebusan25: Meclis-i Mebusan Cad. No: 25 Fındıklı, Beyoğlu

PAPKO SANAT KOLEKSiYONU "ABSÜRT" SERGiSi iLE ARTWEEKS@AKARETLERDE

PAPKO SANAT KOLEKSiYONU "ABSÜRT" SERGiSi iLE ARTWEEKS@AKARETLERDE

Papko Sanat Koleksiyonu; 3-22 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek Artweeks@Akaretler’in üçüncü edisyonunda; Ardan Özmenoğlu ve 35 sanatçı arkadaşını bir araya getiren karma sergi "Absürt" ile yer alıyor.

Ardan Özmenoğlu’nun fikir önderliğinde gerçekleşen sergi; sanatçıların eserlerini üretim aşamasından koleksiyonere ulaşımına kadar geçen süreçte karşılaştıkları “Absürt” kelimelerden ve cümlelerden oluşuyor. Ardan Özmenoğlu ve Türk çağdaş sanatına yön veren 35 sanatçı arkadaşı, "Absürt" kelime ve cümleleri somutlaştırarak kendi el yazıları ile neon eserlere dönüştürüyor. Öner Kocabeyoğlu’nun desteği ile Artweeks@Akaretler programında yer alan “Absürt” sergi, Türkiye’nin önde gelen sanatçılarını bir fikirde ve aynı teknikte buluşturuyor.
15 yılı aşkın süredir sanat koleksiyonerliği yapan başarılı iş adamı Öner Kocabeyoğlu; sanatın korunması bilinci ile, kişisel koleksiyonların sanatseverlerle paylaşılması gerektiğine inanıyor. Bu sorumluluk bilinci ile Papko Sanat Koleksiyonu çatısı altında hamisi olduğu eserleri korumaya ve farklı projeler ile sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor.

Artweeks@Akaretler’in ilk iki edisyonunda küratoryel sergiler ile yer alan Papko Sanat Koleksiyonu 03-22 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek 3. edisyonda, “Absürt” sergisi ile de haftanın 7 günü, Sıraevler 55 numarada tüm sanatsever ziyaretçilerini ağırlamayı bekliyor.

Katılımcı sanatçılar:
Ahmet Oran
Ahmet Öğüt
Ali Elmacı
Ali Kotan
Ali Şentürk
Ardan Özmenoğlu
Bahadır Çolak
Bahar Oganer
Burcu Perçin
Ekrem Yalçındağ
Ebru Döşekçi
Ekin Su Koç
Emre Namyeter
Ferhat Özgür
Fırat Engin
Fırat Neziroğlu
Genco Gülan
Gökhan Tüfekçi
Gülay Semercioğlu
Gülfem Kessler
Güneş Terkol
Günnur Özsoy
Halil Vurucuoğlu
Hayal İncedoğan
Horasan
İhsan Oturmak
Kadriye İnan
Kerem Durukan
Metin Çelik
Nazım Ünal Yılmaz
Nejat Satı
Nihat Kemankaşlı
Ozan Oganer
Ramazan Can
Seçkin Pirim
Seydi Murat Koç

"Standart", Eldem Sanat Alanı, 6 Eylül-September 2019 - 30 Kasım-November 2019, Eskişehir


Standart

Sanatçılar:
Zafer Bey (Zafer Akşit), Merve Besler Dundar, Leyla Emadi, Işıl Eğrikavuk& Jozef Ercevik Amado, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, şafak Gürboğa, Ihsan Oturmak, Yasemin Özcan, Ferhat Özgür, Erinç Seymen, Nasan Tur, Yuşa Yalçıntaş

Küratör: Melike Bayık

#standart

-- --

Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı'nda, 6 Eylül 2019 – 30 Kasım 2019 tarihleri arasında, Michel Foucault'un Disiplin Toplumu kavramı üzerinden şekillenen standart sergisi Melike Bayık küratörlüğünde açılıyor. Sergi bireysel ve sosyo-politik durumların insan üzerindeki baskı, dış kontrol ve evrilen iç kontrol meseleleri, tektipleştirilmiş insan ve toplum durumlarına dair farklı katmanlardaki konuları ele alıyor. Zafer Akşit, Merve Dündar, Leyla Emadi, Işıl Eğrikavuk & Jozef Erçevik Amado, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Şafak Gürboğa, İhsan Oturmak, Yasemin Özcan, Ferhat Özgür, Erinç Seymen, Nasan Tur ve Yuşa Yalçıntaş’ın disiplinlerarası üretimleri ile standardize toplum olgusu ve baskılanma üzerine yapıtlarını izleyiciye sunuyor.
Michel Foucault’un 18.-19. Yüzyıllarda o döneme dair bir yaşam biçimi üzerine temellendirdiği Disiplin Toplumu kavramı bugün dünya üzerinde hala geçerliliğini sürdüren bireylere ve topluma salt olarak indirgenmiş bir terimdir. Foucault hükümet, ekonomi, sosyal yaşam ve politikaya dair iktidar merkezli bir yönetim biçimini tasvirlemiştir. Disiplin Toplumu’nda üretim ve yaşam biçimleri içinde halk potansiyel bir karşı duruş olarak kontrol altına alınmalı ve yönetimi/ iktidarı zorlamaya itecek bir gücü içinde barındırmamalıdır. Bu ve benzer gerekçeler ile halkın kontrol edildiği standardize bir varyasyona sokulduğu zorunlu bir yönetim ve disiplin yapısı görünürlük kazanır. Foucault toplumların kontrol altına alınma biçimlerini çeşitli yöntemler ile ele alır. Bu kontrol altına alma biçimleri içinde aslında birbirine paralel iki yapı gözle görülür. Bunlardan birisi disiplin merkezleri, diğeri ise disiplin toplumlarıdır ve bunlardan birisi olmadan diğerinin olması çok da mümkün değildir. Baskıcı bir yönetim biçimi kitleleri kendilerine ya da direkt yönetim biçimlerine dair olabilecek tepkisel bir yaklaşımı riske etmemek adına kontrol altına almayı hedefler. Bu kontroller ise iktidarların yönlendirdiği, sosyal hayat içinde önemli olan eğitim kurumları, hastaneler, hapishaneler gibi disiplin merkezleri olarak nitelenen yapılardır.
standart sergisi ise Foucault'un Disiplin Toplumu kavramı çerçevesinde dünya üzerindeki toplumsal algı ve yönetim biçimleri, hükümetler üzerinden şekilleniyor. Sosyal ve toplumsal komuta mekanizması tarafından tektip yönetimi ve yönlendirmesi basitleştirilmiş bir toplumu, standardize edilmiş genel bir sınıf algısı yaratması üzerine çerçevelenerek disiplinler arası çalışan on dört sanatçıyı bir araya getiriyor. Disiplinci bir yönetim aslında düşünce ve pratik sınırlarını, parametrelerini belirleyerek normal veya sapkın davranışları belirleyip, yaptırıma tabi kılıp, toplumu yönetme ve kontrol altına alma gibi mekanizmaların işlerliğini aktif tutan bir yapı olarak beliriyor. Sergi de bu çerçeveye bağlı kalarak, gerek Türkiye çerçevesinde gerek de dünyada genel bir konu olarak yeterli mantık sunan disiplin merkezleri ve disiplin toplumları arasındaki ilişkiyi tartışıyor. Umudun ve umutsuzluğun, kasıtlı ve kasıtsız bağımlılığın ince sınırlarında gezen sergi, sosyo-politik bir durumun altını çizerek, sanat ve sosyal eylem arasındaki muhalif duruşunu da görsel ve sözel bir estetik algı ile disiplinler arası bir yaklaşımla izleyiciye aktarıyor.
standart, bireysel ve toplumsal yapının kontrollü bir biçimde mantık çerçevesi dahilinde olağan hale getirilmesi, basitleştirilmesi, kontrol altına alınması, bilinçsiz ama kasıtlı bir itaatin göstergelerini fotoğraf, yağlı boya, video, yerleştirme gibi farklı medyumlarda eser üretimleri ile ele alıyor. Bireysel ve toplumsal sayılan aidiyet, kimlik, cinsiyet, varoluş, siyaset, inanç ve kamusal haklar vb. birçok konunun iktidar nezdinde ele alınış biçimi oldukça örtüktür. Bunun karşısında ise iktidar tepkiseldir, verilen tepkilerin sıradanlaşması ve kontrollü olması için yaşamı, kısacası insanı kontrol altına almayı hedefler. Bu açıdan standart ise kişiselden toplumsala yayılan disipline edilmeye dair bir karşı duruş, bağımsız bir yaşam ve düşünce alanının ironik bir yansıması olarak izlenebilir.
Melike Bayık’ın küratörlüğünde düzenlenen standart sergisinde farklı pratiklerde eserleri ile yer alan Zafer Akşit, Merve Dündar, Leyla Emadi, Işıl Eğrikavuk & Jozef Erçevik Amado, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Şafak Gürboğa, İhsan Oturmak, Yasemin Özcan, Ferhat Özgür, Erinç Seymen, Nasan Tur ve Yuşa Yalçıntaş’ın yapıtları 30 Kasım 2019 tarihine dek Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda izlenebilir.

Poster: Studio PUL

Sergi Tarihleri: 06.09 – 30.11.2019
Mekan: Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı, Eskişehir
Adres: Akcami Mh. Mumcu Sk. No:7 Eldem Kültür ve Sanat Vakfı Odunpazarı / Eskişehir